Ahmed Arif Sözleri - Güzel Sözler, Güzel Mesajlar, Aşk Sözleri, Anlamlı Sözler

Breaking

Home Top Ad

Responsive Ads Here

Post Top Ad

Responsive Ads Here

12 Nisan 2019 Cuma

Ahmed Arif Sözleri

Seviyorum seni çıldırasıya...

Ben ki 29 yaşındayım. Ama binlerce yıldır seni arıyor, hasretini çekiyorum.

Benim her şiirimde varsın ve olacaksın. Ama dünyanın en dehşet şiiri bile “sen” olamaz.

Kimselere bir şey demek için değil, kendi susuzluğumuz, yangınlığımız için yazıyoruz.

Neye kızıyorum biliyor musun? Seni tanıyabilmek için 30 yıl dalga geçtiğime.

Açlıktan ölmenin de bir şeref olduğu anlar vardır.

Başın pınar, ayakların göl olsun!

Önüne diz çöker ,önce parmaklarını,avuçlarını,sonra sonra,hüngür hüngür, yüzünü ,saçlarını öperim.

Canım Benim, Bilir misin, “canım” dediğimde içimden canımın çıkıp sana koştuğunu duyarım hep.

Kaderimiz bir tuhafsa, ömrümüzü dolu bir kadeh gibi sindire sindire içemediysek, günahı boynumuza değil.

Zaten yaptığımız ne ki? Kimsenin karnında açlığı, ayağında yalınlığı ve sırtında çıplaklığı kalmasın diye ömrümüzden bir parça vermek. Hepsi bu.

Ben senin mecburunum – başkaca yokum – yasak şiirimdir her halin ayrı – isyanını seviyorum genç, güzel, cesur…

Üzme hiç kendini, ölürüm sonra. Ölmek, hiçbir şey değil. Sen böyle canlı, sıcak, dost, aziz ve en güzeli sevgiliyken ölmek, acı da olsa katlanılır.

Elbette ki önce sen! Nem var ki başka! Ha, neyini mi merak ederim? Serçe parmağındaki tüyden, kulak memendeki tatarcık ısırığına, düşlerine, esnemene, şıpıdık terlikle mutfaktan çıkışına kadar nen varsa!

“Namusluca yaz.” deyişin de bir tuhaf! Sanki hayatımda “namusluca” geçmeyen, yaşanmayan bir an varmış gibi.

Şunu da bir iyi belle: Benim için çok mühim olan, sana aşık olmak veya aşık olmadığımı bağırıp yırtınmak değildir. Aslolan, seni kırmamak, üzmemek, kaybetmemektir. Anladın mı canım?

Önüne diz çöker ,önce parmaklarını,avuçlarını,sonra sonra,hüngür hüngür, yüzünü ,saçlarını öperim.

Utanılacak hiçbir bok yemedim, yemem de! Ama polise sorarsan ben bir canavarım. Çünkü yüzlerine tükürdüm, tenhada yakalayıp eşşek sudan gelinceye kadar dövdüm, rüşvet, döviz kaçakçılığı ve randevu evi işlettiklerini bildiğimi, bunları er geç yazacağımı söyledim. Birinin dişlerini döktüm, birini merdivenden atmak için fırlattım. Kolu kırıldı. Hepsi bu işte. Haksızlığa, hakarete dayanamıyorum. Türk Siyasi Tarihi’nin işkence görme rekorunu kıracak kadar zulüm görmeme budur sebep!

Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu. Hani, kurşun sıksan geçmez geceden, Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık… Ve zehir – zıkkım cıgaram.

Akşam erken iner mahpushaneye. Ejderha olsan kar etmez. Ne kavgada ustalığın, Ne de çatal yürek civan oluşun.

Hatırlıyor musun, yüzünü aklımda tutamıycam diye korktuğumu söylemiştim bir kere. Hâlbûki nasıl yanılmışım! Hasta hâfızama çakılmışsın âdeta.

Bilir misin, “canım” dediğimde içimden canımın çıkıp sana koştuğunu duyarım hep.

Unuttum. Korkmayı, sakınmayı. Seni alamazlar benden. Tılsım bu işte. Ayakta, fırtına gibi beni tutan bu.

Kulluğum, divaneliğimle ellerini, gözlerini öperim. Öpüyorum ama doyamıyorum. Mutluluk ya da cehennem bu galiba. Sana doymak, korkunç ahmaklık olur. Hadi gel…

Hınca hınç mısra doluyum. Kara ve yeşil fon, hepsinde hakim. Biraz kendime geleyim, mendillerine, bluzlarına, yastığına mısralar serpeyim. Ha?

Gözlerinden öperim canım. En çok da burnundan. Gülme, ciddi söylüyorum.

Uçakla mı gelirsin, rüzgarla mı, bak bak da gör, asıl ölmek isteyen benim. Niye mi? Ah nasıl anlatayım… Bir de şairim ha! Hiçbir bok değilim… Sensizlik, ayrılık, ölümden çok daha rezil, çok daha ıssız, manasız, ve boş… acı …

Ablacığım! Oturup ağlayayım mı yani? Senden ayrı, ağlanamaz da! Hemi vallah hemi billah bu böyle. Sensiz, ”to be or not to be” bile olamaz, düşünülemez! Nefes alınır sanılır ama nefes değildir. Sensiz içilemez, yalnız kalınamaz, dövüşülemez. Sensiz ancak bu kafa, taşa çarpılır. Müstehaktır…

Canının her milimetre karesine varıncaya, bir canlı imgeni gökyüzlerinde gezdirmek geçer içimden.

Çok öskedim seni. Öskedim, bizim doğu dialektinde özledim demektir. Neyini, nereni, hangi halini desem ki? Sesini öskedim örneğin. Yüzünü, şeytan çocuk gülüşünü, öfkeni, yeryüzünü ve kaskatı canımı ısıtan varlığını. Şükür varsın. Oturup ”nasılsın” diye açabilir insan. Sevinebilir, övünebilir, ağlayabilir insan.

Yüzünü, sesini bir özledim ki sorma.En çok da burnunu. Nezleysen bir kağıda silinde gönder bende olayım. Hasretim soğuklara, belalarına…

Ve dünyamızın kocaman bağrına senin adını, cehennem ateşinden harflerle yazacağım. Dante Alighieri de şaşsın işte!

Yüzde yüz cennet veremeyiz. Ama boklukları, haksız ve canavar tutkulu budalalıkları şöyle bir törpüleriz. Gide gide bizden sonrakiler daha bir İNSAN ve YALANSIZ bir hayat yaşarlar belkide. Ne bizden sonrakiler be, biz yaşıycaz! Ellerimizle devredicez onlara.

Şiir önce bir güzellik duygusudur. Bu güzellik duygusunu kurtarmak, onu anlatmak, onu yaratmak. Ondan sonra elbet bir konusu vardır. Adamına göre, kilosuna göre, ne bileyim meşrebine göre. Kimisi gider firavunları anlatır, kimisi güncel olayları verir. Kimisi sıradan, herkesin yazabileceği, sözüm ona aşk şiirleri yazar.

Nicesin yine? Beyninde mi, yüreğinde mi, başka bir yerinde mi, nerendeyse o İNAT yönünü yaratan dokuları öpmek isterim.

Şaşkınım, beni böyle yarattığın için sana nasıl teşekkür edeyim bilemiyorum Leyla. Kölen olmak ne büyüklükmüş meğer! Başın için, bir daha yaratılması imkansız gözlerin için, bana rahat, bana anlaşılır bir mektup. Delinim. Ayrılık korkunç.

Üzme hiç kendini, ölürüm sonra. ölmek, hiçbir şey değil. Sen böyle canlı, ssıcak, dost, aziz ve en güzeli sevgiliyken ölmek acı da olsa katlanılır. Ama senin bu bedbin halini görmek… İşte mesele burada.

Yaşamımda en büyük sevinci baba olduğum gün duydum. İnanır mısınız tam iki yıl oğlumun nüfus kağıdını cebimde taşıdım. Cebimdeki sanki dünyanın en zengin cüzdanıydı. Oğlum olmuştu. Oğlum Dünyanın en güzel güvercini … Dünyanın en güçlü silahı.

Bilirsin, ölüm benim için çok önemsiz bir şey değilse de bu hususta sabıkalıyım da! Ölürüm ha! Ne güzel yaşıyorduk be! Nasıl da yaşatırsın. Kaç bin kere söyleyeyim, öyle yaşatan öyle sevdirensin ki.

Beni asıl üzen yaşayışını hor görürcesine kendini savrukluğa vermendir. Aslında yalnızlık duymayan, can sıkıntısı çekmeyen sade hayvanlardır!

Haksızlığa, hakarete dayanamıyorum. Türk Siyasî Tarihi’nin işkence görme rekorunu kıracak kadar zulüm görmeme budur sebep!

Ve sen daha demincek -yıllar da geçse demincek- Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm. Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim…

Yaşayış tarzına gelince, merak etme en iddialı, en halkçı hükümetlerin, sefir ya da konsolos-kavas karıları, seni geride bırakan bir özenti ve lükstedirler.

Bak nerelere aldın götürdün. Utanmalı, küfretmeli, kendimi öldürmeliyim; bu uzak, manasız ve korkunç düşleri sana nasıl yanaştırabildim diye. Sen ki bir yaşama anıtı olabilirsin. Affet bu “anıt” lafı soğuk, yakışık almadı. Dur bakalım, bir kelime bulmalıyım. Rüya! Ne güzel. hem de kalemden akan bu sızı kadar gerçek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Post Bottom Ad

Responsive Ads Here